yaban gerçekçi bir romandır fakat genelde anlaşıldığı şekliyle değil. yaban, bize türk aydının zihninin gerçeklerini gösterir esasen. türk köylüsünün gerçeklerini de, türk aydınının zihninin çarpık aynasından yansımış şekliyle gösterir.
ahmet celal gerçekçilikten zerre kadar nasibini almamış, idealist, hayal aleminde yaşayan bir çocukcağızdır. ne ülkesini tanır, ne milletini tanır. peki muharebelere girip gazi olmuş bir adamın askerini yani köylüsünü tanımaması mümkün müdür? altı ay kısa dönem askerlik yapan herkes buna cevap verebilir. mümkün değildir. halk dediğimiz kitle, içinde tuhaf mahluklar barındırır. hem bunlar öyle az da değildir. lavaboya sıçan adam var dersem buna, altı ay askerlik yapmış hemen hiç kimse şaşırmaz. buna şaşırmak için askerlik yapmamış olmak lazım gelir. demek ki ahmet celal gerçekten cephelerde savaşmış olsa, milletini tanır, köye gittiğinde ne bulacağını bilirdi.
peki bu bize anlatıyor? bu bize, bu saçmalığı yazan sevgili yakup kadri'nin ve onu okuyup ona inanan sevgili türk aydınlarının kendi halkından ne kadar uzak, ne kadar cahil, ne denli hayal alemlerinde gezinen saftorikler olduğunu anlatıyor. sadece bu mu? hayır, dahası, türk aydını halkını kötülemek için kanıta ve sorgulamaya ihtiyaç duymaz, hemen her zırvaya gerçekçi diye atlar.
türk köylüsü pek mi şereflidir? hakikaten kutsal mıdır? yoo. şehirlimiz ne kadar şerefli ki, köylümüz ne olacak? fakat yüzüklerin efendisindeki orklar gibi de değildir yani. insan insandır işte, her yerde aşağı yukarı aynı.
neyse, romana dönelim. roman zaten ahmet celal'in ağzından yazılmış. ahmet celal de, harpte sakatlanmış, ruhi bunalımları olan, anyayı konyayı bilmez, çokça idealist, biraz da saftorik bir kardeşimiz. büyük bir hayal kırıklığı ve sonrasında öfke ve de tiksinti ile yazıyor notlarını. dolayısıyla, objektif bir okuma peşindeysek, onun yorumlarını sağlıklı ve tarafsız bir gözlemcinin notları şeklinde okuyabilir miyiz a be canımlar? nayır ve nolamaz. gerçekçilikse muradımız, onun histerik hallerini göz önünde bulundurmak ve romandaki yergileri ona bölmek zorundayız.
peki gerçeğe ulaşma çabamızda romandan başka neler öğrenebiliriz? türk aydını, sene olmuş 2019, hala halkıyla bir beklenti-hayal kırıklığı ilişkisi içinde. zira böylesi bir kızgınlık ancak büyük beklentilerin karşılanmamasından doğabilir. türk aydını bir türlü milletine tam anlamıyla küsüp de onu aklından silmiyor. gidip gidip tayyip erdoğan'a oy verdiği için ona hala kızıyor, onu bu yoldan dönmeye davet ediyor, dönmedikçe de kızıp kalaylıyor. iyi bir şey herhalde bu da. toplumsal bir yarılma olmadığını, biraz dargınlık olduğunu düşünmek istiyorum bu konuda. yani kitap üzerinden yüz yıla yakın zaman geçmiş, insanlar halkına dair bazı şeyleri hala yeni öğreniyor. bunun şokuyla da savruluyor. yani saftoriklik konusunda, türk aydını ile türk köylüsü bir elmanın iki yarısı gibi değil mi? şirin bir durum gerçekten. iki histerik, öfkeli ve bağırıp çağıran partner gibi.
teknik olarak ise, roman gayet derme çatma ve cılız. yakup kadri'nin diğer eserlerinden çok daha zayıf. dil elbette güzel (insanlar da haklı olarak buna takılmış, benzetmeler falan) fakat karakter yok, çatışma yok, hikaye yok, tek renkli bir tablo resmedilmiş, o nedenle sıkıcı ve basit. ideolojik içerik gayet sığ. kötü bir roman kısaca. edebiyat sosyolojisi ve edebiyat tarihi dışında unutulup gidebilirdi. ama burası türkiye. burada şeyler çok yavaş değişir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder