Oldukça hızlı okudum bu kitabı. Gayet güzel kurgulanmış, odağa aldığı Şah İsmail'den pek uzaklaşmamış, lafı dolandırmamış, acemi şiirselliklerle okuyucuyu kusturmamış güzel bir tarihi roman. Neden böyle diyorum? Belki de daha önce İskender Pala'nın Şah ve Sultan'ını okuduğum için. Orada Pala beni hakikaten kusturmuştu. Tarihi bilgilere eyvallah, iki büyük sultanın mücadelesine de eyvallah ama aşk muhabbetleri hiç çekilmiyordu. Belki ikisi de büyük şair olan bu iki sultanın dünyasını anlamak için bu vıcık vıcık şiirselliğe ihtiyaç da vardır, bilemiyorum. Divan edebiyatından anlamam. Duyguların ucuz tarafından ballandırılmasına da hep soğuk bakmışımdır, belki de benim kaybımdır bir şey diyemem, ama ne olursa olsun bana bu duygusallık oldukça yapmacık ve sığ görünmüştü orada. Türkçesi: Pala'nın kitabı berbattı bence.
Reha Çamuroğlu ise gayet soğukkanlı ve konusuna mesafeli. Buz gibi ve ruhsuz demek istemiyorum, objektif ve mantıklı diyorum. Anadolu Aleviliğini anlamak açısından çok faydalı buldum kitabı. Erdebil'deki tarikat, Safeviliğin zaman içindeki dönüşümü, giderek güçlenen Türkmen, yani şaman etkisi (şaman kelimesini hiç kullanmıyor Çamuroğlu gerçi) Türkmenlerin serbest Alevilik yorumu ile Kum ulemasının katı şeriatının çarpışması, bu esnada Safeviliğin bir tarikatten bir devlete dönüşüm süreci tarihi ve sosyolojik olarak güzel izah edilmiş. İsmail'in dedesi, babası ve sonunda kendisi hep aynı şeyi deniyorlar aslında, abayı ve asayı atıp kılıç kuşanmayı. Sonunda başarıyorlar da. Atlı göçebe uygarlığın son büyük parıldayışı olarak tarihte yerlerini alıyorlar. Oysa Osmanlı onların önünden gitmiş, topu ve tüfeği ele almış. Teknolojinin gelenekseli yenilgiye uğratmasının hikayesi bu bir bakıma. Serbest yorumun kurumsallaşmış din karşısında hezimeti. Örgütlülüğe, sisteme karşı çıkan bireysel başkaldırının hazin öyküsü. Anadolu Aleviliği böyle de yorumlanabilir. Otonom karakterini, toprakla, Allah'la, sazla ve sözle bağını hep eskisi gibi sürdürmek isteyen Türkmenlerin kaçınılmaz yenilgisi ve kabuklarına çekilmeleri. Bir de Aleviliğin tasavvufla kaynakta böyle yakın olması çok ilgimi çekti. Tasavvuf da Türk serbestliğinin Arap ve Acem katılığına karşı bir cevabı olarak düşünüldüğünde Alevilikle benzerlikleri ortaya çıkıyor.
Sonunda eğitimsiz Türkmenlerin deli enerjisi Yavuz'u yenmeye yetmeyince İsmail de Fars ve Araplara ağırlık veriyor zaten. Böylece o da kurumsallaşmaya gidiyor. Diğer yandan teknolojileri gelişmiş Portekizliler Hindistan'a çıkmış. Yani tekniğin galibiyeti her yanda görülüyor. Dünya tarihini matematik bir kesinlikle batılılaşmaya, teknikleşmeye ve dinsizleşmeye giden bir yol olarak görmüyorum ama bazı şeylerin çizgiselliği de inkar edilemez. Bu hikaye göçebeliğin yerleşikliğe yerini bırakmasının, bırakmak zorunda oluşunun hikayesi olarak okunabilir mesela.
İsmail karakteri tipik olmayan bir diktatör hikayesi aslında. Gücünü salt güçten değil, aşktan alan bir diktatör Şah İsmail. Zamanla sapıtıyor, olmadık şeyler de yapıyor ama belki de sapıklığı daha soydan onun kaderi. Erdebil halkı hep dedelerine secde etmişken, onda günümüzün ölçütlerine uygun bir adalet ve hümanizma anlayışı ortaya çıkması mümkün olamazdı zaten. Yine de bir Hitler değil, Yavuz da değil. Mistik ve hoş bir yanı var, şiirleri var, müritleriyle bir olduğu alemleri var, ancak kaynar kazanları da kurduran yine o. İnsan ne garip yaratık.
Koşulsuz ve sınırsız sevilen bir çocuk olarak görüyorum İsmaili. Böylesi bir sevginin getireceği şımarıklık ve yalnızlık içinde hazin bir hayat yaşamış. Annesini öldürtmek zorunda hissetmiş kendisini, kaynar kazanlarda "eğri dinlileri" pişirmiş. Bunlar bir insanı mutlu edemez.
Güç yozlaştırır, iktidar zulüm üretir diyor Çamuroğlu bu hikayede. Dünyada olmanın kaçınılmaz bir çelişkisidir bu. Haksızlığa baş kaldırmak için güç gerekir, güç de ancak haksızlıkla ele geçirilebilir ve haksızlıkla devam ettirilebilir. Bir noktada kimin zulmü evladır, sorusu bu. Zulümsüz bir dünya olamaz. Bu zulüm az mı olacak, çok mu? İşin etik yönü bu. Bir de teknik yönü var. Ve bu ikisi birbirinden kopamıyor. Din ve siyaset hep iç içe. Kimi zaman din için siyaset, kimi zaman siyaset için din kullanılmış. İnsan maddi ve manevi yönleri olan bir canlı. Bu maneviyatı din olmasa da dinimsi şeylerle mutlaka tatmin etmeye ihtiyaç duyuyor.
Netice olarak güzel bir roman. Okunabilir. Türkiye'yi anlamak açısından da faydalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder