Öncelikle film
fena değil. Distopyanın dünyaya bu kadar yakın ve sade bir dille kurulmuş
olmasını sevdim. Aile sahipleniciliği terörü, çocuklarına pençelerine geçirmiş
onların büyümesine engel olmaya çalışan canavar anne baba temalarını severim. Şiddetin,
zorbalığın, beyin yıkamanın, istismarın çekirdek merkezi olarak bir aile
üzerinden insanlık hallerinin anlatılması fikri de güzel. Oyuncular gayet iyi,
sinematografi güzel, buluşlar parlak.
İyi de filmdeki
şiddet ve cinsellik neye hizmet ediyor? Yaratılan dogmatik ve baskıcı ataerkil
dünyanın dehşetini, saçmalığını aktarmaya mı? Evet, kesinlikle buna hizmet
ediyor. Tüm o kanlı, travmatik istismar sahneleri bize bir korku evi atmosferi sunuyor.
Ama tek kurşunla ölecek birine yirmi kurşun sıkmak neden? Bize o dünyanın dehşetini
aktardıktan sonra, birbirine benzer bir sürü ensest, işkence ve psikolojik
şiddet sahneleriyle üstümüze bombalar atmaya neden devam ediyor yönetmen? Acaba
amacı bir hikaye anlatmak mı, yoksa kendi görsel fetişlerini tatmin için sinemayı
araçsallaştırıyor mu? Üstelik sadece kendi zevklerinden ibaret değil mesele,
zayıf kızları seks oyuncakları gibi kullanarak, sapkın bir çocuğun legolarıyla
dev bir penis inşa etmesine benzer bir süreçle, çeşitli hayallerini gerçekleştirdi,
tamam. Bununla bitmiyor, seyirci de rahatsız edilmeli. Bunu da anlıyorum. Sanatın
her türlüsü ortalama insanın konforunu bozmak, onu rahatsız etmek ister. Yeni bakış
açıları kazanmak için yerleştiğimiz yerlerimizden itilerek kaldırılmalıyız. Gayet
makul. Ama bu itekleme, bu tatlı sert rahatsız edicilik tırnak sökmeli, ıslatıp
dövmeli bir işkenceye doğru evrilirken, sanatçıya bir tanrı kutsiyeti vererek ondan
gelen her şeye boynumuzu büküp bekleyecek miyiz? Dahası bu amaçsız işkencede
ilahi manalar keşfetmek için entelektüel birikimimizi imdada çağırarak cilt
cilt tefsirler mi düzeceğiz?
Burada sanat
sineması seyircisini, evine merdiven dayayıp elinde bıçakla içeri girmeye
çalışan ortadoğulu mülteciye, kibar bir dille bunun uygun bir davranış olmadığını,
sorunlarını konuşarak çözebileceğini söyleyerek durdurmaya çalışan çaresiz ve
iğdiş edilmiş İsveçli ev sahibine benzetiyorum. Seyirci kendisine yönelen apaçık
şiddet eyleminin şiddet olduğunu tespit etmekten aciz. Bunu görmemek için
inanılmaz yorumlama mekanizmaları geliştirmiş, bir fanatik dindarın tevil
mekanizmalarıyla paralel şekilde, tüm o saçmalıklar içinde iflah olmaz bir hikmet
arayıcısına dönüştürmüş kendisini. Trier sinemasının tutkunu o koca koca
insanlar bu yozlaşmadan yeni zevkler edinerek çıkmış hatta ve Trier’le bir tür sado-mazo
ilişki kurmuşlar. Aşağılanmaktan, üzerlerine tükürülüp dövülmekten zevk alıyorlar.
Bu noktada yetişkinlerin çeşitli cinsel fantezileri olabileceğini kabul
etmekten, karşılıklı rıza ve tarafların bilinci yerinde olduğu müddetçe buna
karışamayacağımızı ifade etmekten başka ne söyleyebiliriz? Kimseye karışamam ama
kendi adıma, Lars von trier’in filmlerini dayanılmaz bulmamın sebebi bu. Yönetmen
seyirciye bir amaç olmaksızın, bir dolayım kurmaksızın, sırf işkence etmek için
işkence ediyor.
Biraz abarttım
mı? Evet. Abartmayı severim. Ama bu sayede büyüteç altına aldığımız bazı
şeyleri daha iyi görebiliriz. Yani mesela Dogtooth filmine bir tür porno dersem,
evet haksızlık olur ama pornonun tanımını yaparak filme bu gözle bakarsam, onun
pornoya yaklaştığı yerleri daha iyi teşhis edebilirim. Belki. Denemeye değer. Araştıralım.
Pornografi nedir?
Tabuların kendisinden başka bir amaca hizmet etmeksizin gösterilmesi mi? Duygularından
ve karakterlerinden arındırılmış tiplerin, önceden ilan edilen şekillerde seks
yapması mı?
Pornoda insani
arzuların karmaşık dinamiği çalışmaz. Belirsiz alanlar yoktur ve cinsel eylem
kendisinden ibarettir. Yani bir dolayıma girmez. Başka şeylerin, sevginin,
nefretin, karakterlerin kişilik özelliklerinin gösterilen eylemde bir rolü
yoktur. Başka bir şeye de hizmet etmez. Seks sahneleri olay örgüsündeki zincir
halkalarından biri değildir. Tek bir halka vardır pornoda. Olaylar duygusal
değişimlere evrilmez, karmaşıklaşmaz. Orada başlar ve biter. Hayatın sonsuz
bağlarından koparılır insan, bedene indirgenir.
Sanat ise dolayımlı
olmak zorundadır. Nesnenin kendisinden ibaretse gösterilen, burada bir sanat
olamaz. Bir şeyi bir bağlam içinde, başka şeylerle dolayıma sokarak, onu bir
çağrışım zenginliği içinde çoğaltarak anlatır sanat. Yani bir sanat filminde, (aslında
tüm filmler, porno hariç, biraz sanat filmi olmak zorundadır, yoksa herhangi
bir bakkalın önündeki kamera kaydının doksan dakikalık bir kesitine de sinema
demek zorunda kalırız) seks sahneleri, ne kadar gerçekçi, açık penetrasyonlar
ve her türlü pozisyon zenginliği içinde gösterilirse gösterilsin, bu parçalar
olay örgüsüne hizmet ettiği, bize karakterlerin derinliklerine bakma imkanı verdiği
ve duygusal etkileşimler sağladığı müddetçe, filmi porno kategorisine sokmaz.
Dogtooth’da
ise porno bulaşığı var. Babanın ve işbirlikçisi annenin kurduğu kabus yönetim
biçiminde hayatları kısıtlanan, zihinleri sakatlanan çocukların dramına dair çarpıcı
etkiye, gösterilenin onda biri kadar cinsellik ve şiddetle ulaşılabilecekken ve
hatta ulaşılmışken, bu sahnelerle seyirciyi kanırtmaya devam etmenin, oyuncuların
biçimli bedenlerini farklı estetik açılardan göstermenin amacı ne?
Pornoya porno
olarak karşı değilim. Porno sektörü içindeki sömürüye, porno türlerinin
pekiştirdiği kadın düşmanlığına ve pornonun yol açtığı psikolojik hasara karşı
eleştirilerimi yedekte tutarak söylüyorum. İnsanlığın en önemli parçalarından
biri hayvanlığıdır ne de olsa. İnsan bu dolayımlama oyunundan, kültürden,
medeniyetten sıkılır zaman zaman ve içindeki hayvanı diri tutmak için ona
doğrudan deneyimler tattırır. İlkel toplumlardan bu yana süregelen kurban törenleri,
savaşlar, muzafferlere mübah kılınmış tecavüzler, halka açık idamlar, her
toplumda var olan fahişelik türleri ve uzun zamandır da porno, bir işlevi
yerine getiriyor. Hayvanlığı tamamen öldürülmüş bir insanlık yok olacaktır. Porno
da arzuların diri tutulması ve cinsel şiddetin fantezi düzeyinde tatmin
edilerek hakiki düzleme çıkmasının önlenmesi açısından bir görev ifa ediyor. Bu
mahrem malumun üzerindeki etiket açıkça pornodur ve o bakımdan da pornografiktir,
yani kendisinden ibarettir. Yani dürüsttür.
Çağdaş sanatın
üçkağıtçılığı burada rahatsız ediyor beni. Dürüst değil. Etiketinde sanat
yazıyor ama içeriğinde büyük oranda porno var. Bilemiyorum, fazla muhafazakar bir
tepki mi veriyorum? Pornoyu porno olarak bağrına basan bir insan olarak
söylüyorum bunları. Dogtooth’u bu manada dürüst bulmadım. O fazlalık iyi bir
şeye hizmet etmedi bende.
Tarantino
filmlerindeki aşırılıkla ne farkı var peki? Onun farkı şurada, Tarantino
insanları kesip biçmenin eğlenceli yanına, ahlaki bir kılıf giydirmeye zahmet
ediyor. Kötüler ahlaki bir cezalandırma olarak öldürülüyor ve iyilerin kanlı
ölümleri de, sonraki sahnelere hazırlanmaya, izleyicide kin biriktirip sondaki
katarsiste doyuma ulaşmaya yarıyor. Şiddet olay örgüsü içinde veriliyor,
karakterlerin motivasyonlarını belirleyici ve “türün” sınırlarını fazla
aşmıyor. En önemlisi de şu: Tarantino seyirciyi eğlendirmeye çalışıyor. Ona
eziyet etmek değil amacı. Lanthimos’a, Trier kadar olmasa da, gıcık olmamın
birinci sebebi bu sanırım. Şımarıkça bizim üzerimizde ego mastürbasyonu yapmaya
cüret etmiş. İkinci olarak da, yine bir kurnazlık ederek, çok önceden bitmiş
olması gereken filmi, olgunlaştırmaya ve karmaşıklaştırmaya zahmet
etmediğinden, porno sahneleriyle şişirerek bizi kazıklamaya çalışmış.
Eyy Lanthimos!
Sen kimsin be! Kırmızı çizgilerimize dikkat et 😊
İyi akşamlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder