20 Mayıs 2023 Cumartesi

Edebi Eleştiri Üstüne

 

Genç bir arkadaşım şunu merak ediyor (sanırım): Bir edebi eseri iyi yapan şey nedir?

Bunu bana sormasının nedeni, benim sarsılmaz ve objektif bir takım kriterlerin sahibi gibi twitterdan ahkam kesip durmam. Berbat, mükemmel, sevdim, iğrenç, zayıf, şurası iyi vs. vs.

Bu boş özgüvenimi öyle yüksek perdeden dile getiriyorum ki, altında bir entelektüel sağlam zemin var sanılması doğal. Peki gerçekten böyle bir zemin var mı? Böyle bir zemin var olabilir mi? Ne kadar sağlam olabilir?

Bunları düşünürken yıllardır ihmal ettiğim bloğuma, tıkırtılı düşüneyim bari dedim. 

Öncelikle şuradan yola çıkıyorum. Bir edebi eser, gizli bir günlük değilse, okura hitaben yazılmıştır. O zaman onu iyi yapan şey, okurun beklentilerine hitap etmesidir. Okur ben olduğuma göre, benim beklentilerim en önemlisi. Kısmen kendi dışıma çıkıp, başka insanların varlığını da sezer gibi olduğumdan, onların beklentileri de, ancak bu minimal empati ve sempati becerim kadar, değerlendirmelerime girebilir. 

Ben ne bekliyorum bir kitaptan? Beni mutlu etmesini, eğlendirmesini, bana iyi zaman geçirtmesini, bilgilendirmesini, başka yaşamları, zamanları, mekanları deneyimletmesini, güldürmesini, ağlatmasını, şaşırtmasını, zamanı hızlandırmasını ve durdurmasını, fikirlerimi altüst etmesini ve biraz da bildiklerimi teyit etmesini bekliyorum. Pek çok ve bazıları çelişkili şeyler bekliyorum kısacası. Hepsi birden olmasa? Olur. Bunlardan birkaç tanesi azar azar bir araya geldiğinde tatmin olabilirim ya da hiçbiri yokken, sadece bir tanesi son derece doyurucu ise, onu tutup hepsinin üzerine de koyabilirim.

Yani oldukça subjektif kriterlerden bahsediyoruz. Benim komik bulduğum bir şey başkalarını iğrendirebilir. Mizah duygusu subjektiftir.

İyi de, gerçekten böyle midir? Ve nereye kadar subjektiftir? Mesela mizah duygusu?

Aynı şeye gülen iki insan yok mudur? Yani mizah TAM OLARAK subjektif ise, birini güldüren bir şeyin, diğerini asla güldürmemesi gerek. İnsanlar tam olarak ayrık ve benzemez olmalı. Ama öyle olmadıklarını biliyoruz. Salonlar dolusu insan aynı şakalara aynı anda kahkahalar koparıyor. Tek tük gülmeyen yok mu içlerinde? Onlar da var.

Birtakım beğenilerin ortaklaştığı akımlardan söz edebiliriz o zaman. Küçük derecikler, kuruyup kalan yalnız pınarlar, birleşerek nehirlere dönüşen kuvvetli zevkler…

Bu sübjektiflik nabızlarının birleşmesinden oluşan ana akım beğenilere geldik. Milyonlarca insan için sanatın en üst formunu oluşturan bir şey, mesela Spice Girls, neden şimdi bu kadar az dinleniyor? Önemsiz bir çaba mıydı Spice Girls?

Farklı ten renkleri ve karakterlerden müteşekkil kadınlardan oluşmuş bir grup. Scary Spice, Sporty Spice, Baby Spice, Ginger Spice ve Posh Spice. Kekik, karabiber, nane, isot gibi. Harika bir karışım. Mantraları da, sıkı durun, Girl Power imiş. Bakın bir felsefeleri de var. Farklılıkları içinde bir arada sanat üreten Güçlü Kadınlar… Çok kültürlü ve Feminist bir tavır. İlk albümleri 23 milyondan fazla satmış. Dünyada.

Bir sürü insanın ergenliğine damga vurmuşlardır kuşkusuz. Son otuz yılda Kierkegaard kaç kişiyi etkiledi? Eminim Spice Girls’ün binde biri kadar değildir. Ama onları çok DERİNDEN etkiledi ve KALICI olarak çağlar boyunca insanları etkilemeye devam edecek. Olabilir. Bunun üzerinde duralım. Yine de Spice Girls çok YÜZEYSEL  de olsa, ki tartışılır bu, o kadar çok insanı etkiledi ki bu kırıntıların toplamı dev bir etki meblağı yaratıyor.

Yani Spice Girls’ün Kierkegaard’dan felsefi anlamda daha etkili olduğunu, yeterli retorikle donanmış azimli bir trol iddia edebilir ve bu tür şeyler SUBJEKTİF olduğu için son kertede kimse ona aksini kanıtlayamaz.

Eğer bir edebi eserin iyi olduğuna karar verirken kendi beklenti ve beğenilerimden yola çıkıyorsam Spice Girls’ün şarkı sözlerinin Kierkegaard’ın kitaplarından üstün olduğunu çatır çatır savunabilirim.

Tabii burada şöyle pratik bir engel çıkıyor ortaya: Kierkegaard okumuş (ben okumadım) ve onun felsefesine hakim bir kişi, çok yüksek bir ihtimalle, eğer onun felsefi düşmanlarından biri değilse, Spice Girls’ü nitelik olarak Kierkegaard’ın üstüne koymayacaktır.

Neden?

Kierkegaard okuyanların ezici çoğunluğunun Spice Girls’ün müziğini saygın bir sanat formu olarak görmemeleri bir tür organize kıskançlık komplosu değilse, (O kadar güzel kadınlara hayatları boyunca dokunamayacakları için değersizleştirerek benliklerini diri tutma çabası) bunun altında ne var?

Bu bir tesadüf mü yoksa subjektiflik başka bir şey mi? İnsanın beğenileri, zevkleri, güzel ve iyi kavramları ne kadar kendisine aittir? Gerçekten eşsiz bir şekilde kendi ruhumuzun içinden mi çıkardık bunları? Bunlar önemli ama benim çok umurumda olmayan sorular olduğu için diğer paragrafa geçiyorum.

Yani yapmaya çalıştığım şey, üzerinde ayakta durmaya çalıştığımız objektiflik kayasının ne kadar cıvık bir maddeden yapılmış olduğunu göstermek. Ve aynı zamanda bunca zamandır ve bunca kalabalık yığınlar halinde bizi üzerinde taşıdığına göre, çok da gevşek bir malzeme olmadığının altını çizmek.

Dönelim başa. Bir kitaptan ne bekliyorum? Neyi bulduğumda o kitabı beğeniyorum.

1-Bir kitap, öncelikle okunabilir olmalı. Okunamaz derecede şiirselleşmiş, dolaylanmış, biçim oyunlarına girmişse, beni ilerideki sayfalara taşıyamadığı için, oradaki hazinelerin değerinden bağımsız olarak, o kitap benim açımdan değersizdir. Ama başkaları için değerli olabileceğini hissederim, bunu da ifade ederim.

2-Okunabilir olmak yetmez. Güzel bir dille yazılmış olmalı kitap. Öncelikle dil DOĞRU kullanılmış olmalı. Sonra GÜZEL de olabilir, o da artı puan getirir. Güzel dil, daha önce çokça kullanılan güzelliklerin, hani şu emile emile şekeri kaçmış sakızlar gibi artık miadını doldurmuş, çöpe gitme zamanı gelmiş klişe güzelliklerin bir benzeri olmamalı. ORİJİNAL bir güzellik olmalı. Bu riskli bir şeydir. YENİ her zaman risklidir.

3-Kitap kendi kendisinden ibaret olmamalı. Beni bir takım dışsal OLAYLARA, KARAKTERLERE, mekanlara taşımalı. Bir OLAY ÖRGÜSÜ olmalı, KURGU olmalı. Yani İÇERİK olmalı ve bu doğru BİÇİMLE bana ulaştırılmış olmalı.

4- Kitap GERÇEKÇİ olmalı. Yani okuru kendisine inandırmalı. Bu bir ejderha masalı bile olsa, kendi dünyasının gerçeklerine sadık olmalı anlatı. Karakterler yalpalamamalı, yalpaladığında da bunu makul bulacağım şekilde verilmeli olaylar. Diyaloglar karakterlerin ağzına yakışmalı.

5- Kitapta FİKİRLER ve DUYGULAR olmalı. Diğer şeyler yeterince güçlüyse bunlar olmasa da olur ama olduklarında, kitaba değer katarlar. Bazen de öyle yoğundur ki bu ikisi, diğer eksikleri telafi eder, büyük bir esere çevirebilirler kitabı.

6- ZAMANSIZ olmalı, tükenmemeli. Hem benim açımdan, tekrar kafamın içinde dönecek bir takım Felsefi ve Etik sorunlarıyla hem de başka çağlar ve coğrafyadaki insanlara da hitap eden bir EVRENSELLİK taşımasıyla kitap büyür.

7- Sonuç olarak kitabı okurken estetik, etik, entelektüel, mizahi ya da başka bir tür LEZZET almalıyım. Bunun neden olduğu ya da neden olmadığını çoğu zaman tam olarak anlayamayız. Kaba vuruşlarla oraya yaklaşmaya çalışırız.

8- Bir tür GUSTO geliştirir bazılarımız. Yemek konusunda, giyim konusunda ya da sanatta. Onlar bir tür eğitilmiş, deneyimli içgüdüyle nitelik terazileri olurlar. İyi derler, kötü derler. Kendi aralarında da anlaşamazlar, kavga ederler bazen. Yine de onları dinleyenler bulunur. Çünkü bunlar, temelde, yanlış da olsa kanaatlerini ikna edici bir dille izah ederler.

9-Bu bakımdan bir eleştiri yazısı da, bana göre, edebi bir dille yazılmalı. Tüvtürk muayene raporu gibi eleştiri olmaz. Eğlenceli olmalı. Acıtmalı. Güldürmeli. Birazcık da hakikat ihtiva etmeli.

Aklıma Gelen Birkaç Kaynak:

Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri

Yıldız Ecevit, Ben Buradayım (Diğer kitaplarına da bakılabilir sonra)

Edward Hallett Carr,  Dostoyevski

Henry Troyat, Gogol, Dostoyevski

Stefan Zweig, Üç Büyük Usta

Jale Parla, Don Kişottan Bugüne Roman

İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu

 

Aslında edebiyat teorisinden ve her türlü akademik metinden nefret ederim ama nasıl dişçilerden ve kıl dönmesi ameliyatlarından nefret etsek de onlarsız yaşayamıyorsak, biraz kuram da maalesef şart. Bu bakımdan ben, çok şükür okumam gerekenlerin en azını okuyarak kısmen paçayı kurtarmış şanslı bir insanım. Bahtin, Eagleton falan filan gibi tipleri okumadım. Okuduğum kadarını da çok şükür unuttum.

En önemli şey, bol bol edebi metin okuyarak kendi zevkimizi eğitmek. Ve özgüven. Allah herkese benim gibi cahil özgüveni versin diyerek herkesi saygıyla selamlıyorum.